2 Nisan 2013 Salı

ADRIAN





Bunun sıradan bir cumartesi sabahı olmadığını kafamı biraz doğrultup Adrian'ın gözlerine bakınca anladım. Gülümsedim ama o mutsuz gibiydi. Düşünceli bir halde küçük odanın içinde birkaç tur attı, esnedi, çöp kutusunun etrafını kokladı, korkak bakışlarıyla beni süzdü, yatağımın yanına geldi. “Bir derdi mi var?,” diye düşününce hatırladım: "Çişi var!" Hemen kalktım. Tasmasını ararken telefonuma baktım; Sıla, "Çişe götürdün mü?" diye sorup cevap alamayınca bir kaç kez aramış, sonra da, "Sağol, hala uyuyorsun değil mi? Biliyordum böyle yapacağını!" diye mesaj atmış.

Sahil Sitesi'nde köpek bakmak yasak. Bunu Sıla'ya söylemedim. Eğer bilseydi Adrian'ı hafta sonu kuzeninin nişanı için ailesiyle İstanbul'a giderken bana bırakmaz, ailesi de onun Müge'de kaldığını sanmazdı. Asansöre binerken komşularla karşılaşırsak ne diyeceğimi düşünüyorum şu anda. Dün gece bir kaç kez havlama sesleriyle uyandığımı hatırlıyorum. Bu sesi yalnızca benim duymadığım bir muamma değil.

Asansörün aynasından kendimize bakıyoruz. Adrian bir anda kapıya yaklaşıyor ve sensör asansörü durduruyor. "Gel kızım!" deyip patilerini kucağıma attıktan sonra tekrar sıfıra basıyorum. İndiğimizde kimse yok. Ön bahçeye çıkıyoruz. Adrian, yöneticinin üzerine titrediği, akşamüstleri çardağında çay içilen bahçeye çişini yapıyor. Merdivenlerden elinde poşetlerle gelen komşumuz "Bu, sizin evde mi kalıyor?" diye soruyor. İçimden "Bu, aynı sana benzer!" diyorum. Adam ise sözlerimi "Hayır, bir arkadaşımın." olarak duyuyor, ve "İyi" diyerek gidiyor.

Güzel bir kahvaltı yapmak var aklımda. Önce evin önündeki yokuştan aşağıya inip fırından simit alıyoruz. Canım çay istiyor ama yolun kenarındaki büfeden aldığımız meyve sularıyla idare etmek durumundayım. Adrian hiç rahat durmuyor yürürken. Sürekli arkasına bakıp geri dönmek ister gibi davransa da kaldırımdan geçen insanlara pas vermekten de geri kalmıyor. Bazıları Adrian'ın bu tavrından rahatsız olurken bazıları da kafasını biraz sevip yoluna devam ediyor. Laf olsun diye mi, sahiden merak ettikleri için mi bilmem kimileri de "adı ne, kaç yaşında, erkek mi, dişi mi?.." gibi sıkıcı sorular soruyor.

Sitenin parkına gittiğimizde tasmasını çıkarıyorum, anında fırlıyor otlara doğru, hemen koklamaya başlıyor. Bu saatlerde burada başka köpek sahipleri de olur tek tük, yine öyle. Ama asıl akşam gideceğimiz park var ki Adrian orada iyi vakit geçirecek diye heyecanlıyım. Çünkü o park büyük ve köpekler için ayrılan bir bölümü var. Bir süre etrafı keşfeden Adrian yorulunca oturduğum banka doğru geliyor yine. Sıla'dan öğrendiğim şekilde önce oturtup sonra yediriyorum simidini. Su kabına vişne suyu koyuyorum, içmeyince döküp şeftali dolduruyorum. Bir sokak köpeği geliyor yanımıza doğru. Adrian bu köpekten pek de hoşlanmıyor.

Eve dönerken Adrian sanki bir kaç senedir burada benimle oturmuşçasına yürüyor. Bu sabırsızlığı, hayatta en çok sevdiği varlığı görmek için mi diye merak ediyorum. Eve vardığımızda onun için hayal kırıklığı olacak. Sıla'nın sesini telefondan dinletmeyi deniyorum, işe yaradığını söyleyemem. Adrian tepki vermiyor ve huzursuzluğu her halinden belli. Bir şekilde bu odanın içinde onunla akşamı ediyoruz. Onun için yapabildiğim şeyler iyi niyetli, bir o kadar da safça. Müzik dinletmek, bisküvi ve gofret yedirmek, topu uzağa fırlatıp getirmesini istemek, onu sevmek, sevmek, sevmek. Bunları yaparken fark ettiğim bir şey de onun mutlu olmasını istediğim kadar beni sevmesini istiyorum. Acaba onunla vakit geçirmek istememin nedeni kendim için mi, onun için mi? İçimdeki varlığından habersiz olduğum duygusal boşluğu onunla kapatma amacında mıyım? Bilmiyorum. Her şeye rağmen mutluyum. Aramızda bir bağ var ve bu bağ saatler ilerledikçe daha da kuvvetlenecek. Dışarı çıkıp bir şeyler yiyeceğiz yine, hangisini sever diye kararsız kalıp hem tavuk, hem köfte hem de kokoreç yaptıracağım. O büyük parka gidip de yiyeceğiz bunları çimlerin üstünde. Kola vereceğim yanında. Orası kalabalık, Adrian benim köpeğimmiş gibi davranacağım, bazıları anlayacak öyle olmadığını, zor sorular soracaklar çünkü, hastalıkla aşılarıyla ilgili, bilemeyeceğim. Bir kaç güzel kız gelip bizimle ilgilenecek. Kendimi bir tuhaf -galiba kötü- hissedeceğim. Utangaç tavırlarım Adrian'ın güzel bir o kadar tedirgin halleriyle uyumlu bir ikili oluşturmaya yetecek. Her akşam o parkın köpek bölümüne gelen tipler hemen belli edecek kendilerini, sanki oranın sahibiymiş gibi davranıp bizi dışlayacaklar, bazıları da pisliğini çöpe atmayı unutmayın gibi şeyler söyleyecek, cevap vermeden onlardan nefret edeceğiz ikimiz de. Bir kaç iri yarı köpek Adrian'a saldırmaya çalışacak, işte o an aramızdaki en güçlü bağ kurulacak, Adrian korkup arkama saklanacak benden onu korumamı bekleyecek. Sarılacağız birbirimize. Adrian ve ben, Adrian ve ben, ikimiz. Koruyacağım onu. Tekrar eve döndüğümüzde bu küçük odada huzurlu olacağız. Işıkları kapayıp muhtemelen ikimiz de aynı kişiyi düşünerek dalacağız uykuya.

Doğan Toryan

12 Aralık 2012 Çarşamba

Duvar


Yine o renksiz kabusla uyandı yeni güne. Taşındığından beri açmadığı perdeden giremeyen ışık hala dışarıda hapisti. Yüzünü buruşturarak yataktan kalktı. Boğazındaki katranın acılaşan tadını yutkundu. Bugün de dükkanı açmayacaktı. ”Üç kuruş fazla kazanınca ne olacak? diye aklından geçirdi. Karyola satın almaya gerek duymadığından, ara sıra kız arkadaşı ile paylaştığı yatak, bayiden gelen adamın geçen sene bıraktığı yerde, odanın ortasında duruyordu. Kirli ve lekeli çarşafla kaplı yatağın yanındaki pantolonun üzerine basarak odadan çıktı. Lavabo aynasının bile kendini gösteremediği karanlık banyonun önünden geçerken “Güne tuvalette başlamak istemiyorum” diye düşündü.

Salonda, kanepenin önünde duran, birkaç gün önce dökülen biranın izlerini taşıyan sehpada, akşamdan kalan yarım paket kaymaklı bisküvi vardı. Buzdolabından kola şişesini aldı. Yarısından azı kalan, havası kaçmış litrelik şişeyi kafasına dikti. Peşi sıra ağzına attığı bisküvileri yutarken şişeyi sığdıramadığı ağzının kenarından dökülenlere engel olmaya çalışmadı. Kız arkadaşının, “Bardaksız ev olur mu hiç?” diye söylenmesini aklına getirdiyse de yüzünde beliren umursamaz ifade uzun sürmedi. Üzerini temizlerken eline bulaşan ıslaklığı şortuna sildi. Karnı tam doymamıştı.

Derin bir nefesle yoğun rutubeti içine çekip kafasını kaldırdı. Salonun tüm cephesini kaplayan, pencerenin iki metre önündeki apartmanın ziftli yan duvarı tam karşısındaydı. Gözleri, eğri yanaklı adamın siluetini aradı, bir süre sonra buldu. Yanağı biraz düzelmiş, yüzü gülüyordu. Karşılık vermedi.

Üç buçuk yıl olmuştu taşınalı. Işığı tamamen kesen duvar nedeniyle perde almaya gerek duymamıştı. Saatlerce kanepede oturup ziftle kaplı duvara bakabilirdi. Zamanla duvar değişti ve yeni oyuncular ortaya çıktı. Yeterince derine bakıp duvara girdiğinde çirkin yaşlı adamı gördü ve onunla karşılaştığı günü hatırladı. Hemen üstünde yarım yüzlü at ile topal çocuk duruyordu. Upuzun gökdelen ve büyük bir top sol köşedeki garip şekilli yaratıklarla birlikte duruyordu. Bugün daha önce girmediği gökdelenin sokağında yürümeye karar verdi. Kuş bakışı görünümünden sokaktaki insanlar seçilmiyordu. Önce yolun girişindeki büyük barikatı aşması gerekliydi. Barikatın arkasında onu bekleyen biçimsiz bir arabaya benzeyen demir makineyi geçmesi saatlerini alacaktı.

Lütfi Aydeniz

20 Haziran 2012 Çarşamba

Hiç



Kapalı kapılar ardında bana bağışlatılan çocukluk hikâyem.
Sana bütün yazdıklarımı döksem sen olur muyum?
Sığınabilir miyim kalbine tıpkı ılıman bir limanda Aşk’ını arayan derviş gibi.
Hiç yazdırdım bedenime bir günde.
Belki senin bedeninde hep olurum diye.
Bir sabah uyandığımda

Harika

18 Haziran 2012 Pazartesi

BarAnkara

Andre Kertesz - Chez Mondrian

"Acele etmeliyim. Biraz daha sağa, hayır, ortaya doğru. Kapıyı açar açmaz ilk onu görmeli. "Dünden beri yirmi ikinci seferdi, anahtarı eline alıp dışarı çıktı, kapıyı kapattı ve anahtarı deliğe yerleştirip çevirdi. "Çıkırt!" Anahtarı sokarken eğildiği pozisyonda kalarak hafifçe itekleyip araladı kapıyı. Çiçek oradaydı, olması gereken yerde. "Tamam, oldu." Hızlıca doğrulup anahtarı bir seferde çıkardı delikten ve cebine koydu. İçeri girmeden önce etrafına bakındı. Apartmanın sessizliğini dinledi. Bu sırada gözü zilin üstünde yazan isme takıldı. "BaranKara. Bak işte, her şeyi planlasan bile gözünden bir şeyler kaçabiliyor." Aceleyle isimliği yerinden çıkarıp adının yazılı olduğu kağıdı aradan çekti. Önce cebine koyacaktı, sonra arkasını çevirince iz kalmayacak kadar beyaz olduğunu görüp isimliğe ters tarafını yerleştirdi. Gülümseyerek içeri girdi. Saksının altına sıkıştırdığı kağıdı eline aldı. "İnsan plan yapar, kader buna güler," diye geçirdi içinden. İki gün önce emlakçının düzenlediği evrakta Merve Koruk adını görene kadar her şeyi ayarlamıştı. Evdeki bütün eşyaları ikinci el dükkanına verip yakın geçmişiyle vedalaşmıştı. Uçak bileti, otel rezervasyonu, hepsi tamamdı. 

Zamanında boyunu aşan bir söz verdiği kadını aramaya karar vermişti Baran. Tanıştıkları şehre gidecekti ilk olarak. Ankara. Belki hala orada oturuyordu, belki hala aynı kafelere gidiyordu. Belki evlenmişti, çocuğu bile olabilirdi. Saçlarını boyamış, gözlük takmış, ayak bileğine narin bir orkide dövmesi yaptırmış. Merve, çiçekleri severdi, en çok orkideleri. "Bana neden hiç çiçek almıyorsun?" diye sorduğunda ne cevap vereceğini bilememiş, "Ben evcil hayvanları da evde büyütülen çiçekleri de sevmem. Hepsi doğal ortamında olmalı, çok isteyen yapma çiçek alsın," diye gevelemişti. Ama fikrini savunacaktı, benimsemişti birden. Merve de yapma çiçeklerle şişme insanların aynı şey olduğunu anlatacak kadar uzattı konuyu.  

Başka bir şehre yerleşmiş olabilirdi. Hep şikayet ederdi binaların grisinden, dumanından, insanların aynı renk giyinmesinden. Ama Ankara'da ona dair bir iz bulacağından emindi. Merve'nin sık görüştüğü bir arkadaşı vardı: Selin. Sürekli telefonlaşır, bütün gün olanlar üzerine konuşurlardı. Baran bu ilişkiye anlam veremezdi. Hatta Selin'i pek sevmezdi. Güzelliğinin fazlaca farkında olan insanlardan hoşlanmıyordu. Onun gibilerle görüştüğünde hep bir kusur aramakla meşgul olurdu aklı. Selin'in su böreği ısmarlarken "böörek," demesiyle rahatlatırdı kendini. Şimdi de o kadar sık görüşmediklerini düşünerek rahatladı. İnsanlar zamanla birbirini yorardı.

Bu arayış yıllarını almıştı ama o hazırlıklıydı. Hiç çalışmadan yaşayacak kadar parası vardı. Zaten hayatı boyunca paraya ulaşmak için çaba sarf etmesine gerek kalmamıştı. Evini satmasına gerek yoktu, ama bu evden kurtulmak istedi. Çok karanlıktı artık.

Şimdi orada öylece dikilip kapıdan dışarıya bakıyordu. Tam ortadaki anahtar yuvası hayatını ikiye bölmüş gibiydi. Sol yanında karanlık, tamamlanmamış hayatlar, bedensiz ruhlar, ruhsuz bedenler; sağ yanında ışık. Açık kapı dolusu ışık. Nereye giderse gitsin, ışık. Sol tarafta bir orkide ve ışık sadece onu aydınlatıyor. Çünkü beyaz olan tek şey o. Onun anahtarı çevirdiğinde ilk göreceği şey olan yapma çiçek. Elindeki kağıdı düzeltip çiçeğin kenarına iliştirdi.

"Benimle evlenir misin?" dediğim zaman "Evet," dediğinde kaçmaya başladım senden. Çünkü bu bir soru değildi. O zamanlar, yani biz çocukken "Seni seviyorum" demenin bir başka yoluydu, evlenme teklif etmek. Ama bir kere teklif edildi mi anlıyordu insan üstündeki ağırlığı. Şimdi hazırım bu yükü taşımaya, üstelik bu asla bir yük değil artık; ama bu sefer de sen yoktun. Seni bulacaktım. Her şeyi planladım. Senin beni hiç zahmete sokmadan karşıma çıkacağını tahmin edemezdim. Sahi, nereden geldi aklına İstanbul'a taşınmak? Bu ev peki, tesadüf mü? Neyse bunları konuşacak çok zamanımız olacak. Diliyorum. Evime hoş geldin. Sen gelene kadar iki sokak aşağıdaki BarAnkara isimli mekanda bekliyor olacağım.

Sevgiyle kucaklıyorum,

BaranKara


Pelin