Üşüten
günlerin geride kaldığı bir sabah. Mayıs güneşi el uzatıyor İstanbul'un yalnız
kalmış ağaçlarına. Genç adam her zamanki gibi çalıştığı çay bahçesindeki yerini
almış. Sevdiği işi yapmasa da çalıştığı yerdeki sakinlik, özlemini çektiği bir
hissiyatı hatırlatıyor. Birkaç sene önce ardında bıraktığı Elazığ'ı fazlasıyla
aratan İstanbul'un yoğun, gri havasına kıyasla burası daha güvenli ve sessiz;
yandaki otoparktan gelen araba seslerini saymazsak. Bu sığınağın değerini bilen
bir kuş sesleri var, bir de kediler.
Aslında
niye İstanbul'da olduğunu bile bilmiyor. Arkadaşları bu şehirden rüya gibi
bahsetmişler, ulaşılması zor diye. O da bu yüzden gelmiş. Her şeyin
değişeceğine inanıyor, bir gün. Aslında aradığı şeyin burada olup olmadığından
bile emin değil. Cevabını bilmediği sorulardan uzaklaştığı tek alan, garsonu
olduğu bahçe. Bugün yine birilerinin nişanı var. Ne kadar insan varsa, o kadar
koşuşturacak... Ne kadar az düşünürse, o kadar unutacak... Özünde kopmak
istemediği geçmişini, geride bıraktığı memleketini unutmak zorunda. İstanbul
onun kararıydı, onun şehri oldu. Para kazanma hayalleri kuruyordu, artık para
kazanmak zorunda olduğu bir yerde yaşıyor.
Davetlilere
içecek servisini yaptıktan sonra her zamanki köşesinde birinin ona seslenmesini
bekliyor. Gözlerinin daldığı kalabalıkta ailesini özlüyor, kucak açan eski
dostlarını düşünüyor. "İstanbul'da dost edinmek ne kadar da zor." O
an ayak bileğinde beliren ufak kıpırtıları farkediyor. Patilerini değdiren şaşı
bir kedi; bugün belki de onu gülümsetecek olan tek şey. Tüylerinin güneş
ışıklarıyla olan ahengi göze çarpıyor. Garson tam kediyi sevecekken, kedi ona
uzatmış olduğu eline pati atmaya kalkıyor. Kendince dağları delen patiler,
adamın ayakkabısına denk geliyor. Adamda belli belirsiz bir gülümseme,
"Tatlı şey, elim orada değil," diye geçiriyor içinden. Ardından bir
kadın, garsona sesleniyor. Masada oturan kadın, bir bardak daha meyve suyu isterken
garson kediden aldığı yaşam enerjisiyle "Tabi," diyor. "Ne kadar
güneşli bir gün değil mi?" Kadın, adamın kendisine asıldığını zannederek
"Haddini bil!" dercesine bir bakış atıyor. Adamda hissetmeye alışık
olduğu bir şaşkınlık... Kendine dönüp soruyor; "N'aptım ki ben? Kötü bir
şey mi söyledim?"
O
sırada alkışlar başlıyor, nişan yüzükleri takılmış iki gencin suratına
çeviriyor gözlerini. Güneşi bir kez daha görüyor iki gençte. Hayat boyu
birbirini dinlemek üzere yola çıkmış iki insan... Çiftin gözlerinden okunan
mutluluğun, başka hiç kimseye ihtiyacı yok. "Belki," diye düşünmeye
devam ediyor. "Bir gün karşıma çıkacak olan beni yanlış anlamayacak bir
dost ya da sevgili, İstanbul'un karanlığını görmezden geleceğim duygular
hissettirecek."
"Yaktığım
mumda, bana bir başka güneşi aratmayacak."
Elif
Atakan
umut her zaman, her koşulda var olacak..
YanıtlaSilpaylaşım için tşkrler.
YanıtlaSil