15 Mart 2012 Perşembe

Beyoğlu'nun En Güzel Yapısı


Şöyle bir gerinip kendine geldi, eklemlerini çatırdattı. İki yanı birbirine yaslanmış yapılarla dolu yol üzerinde temeline sıkıca tutunmaya çalışıyordu. Yaşlıydı oysa! Tenini saran taşlar kirlenip griye dönmüş, ön yüzündeki süslemeler yer yer kırılmış, kendinden kopmuştu.

Dün gece giriş merdivenine bırakılmış bira kutularını dışarı fırlattı. Gövdesine asılmış olan afişlerden birini beğenmedi, yırtıp attı. Çatıdaki pencerelerinden birini açtı, temiz havaya ihtiyaç duyarak. İçeriye dolan esinti insan sesleriyle karıştı. Gülüşmeler, bağrışmalar, konuşmalar, telaş, neşe. Can geldi bedenine.

Bağırsaklarında gezinen sıçanları hissedip gıdıklandı. Yıllardır kendisini hiç terk etmeyen vefalı dostlarından biri. Bir de örümcekler vardı. Yer yer çökmüş ahşap döşemesinin aralarında oynardı onlarla.

Ön camından içeri sızan ışık huzmelerinde oradan oraya uçuşan toz zerreciklerine daldı. O sırada karşı komşusunun ön yüzüne asılmış reklamı gördü. Üzerinde "Beyoğlu'nun en güzel yapısını seçiyoruz!" yazıyordu iri harflerde.

Umutla doldu yüreği, heyecanlandı. Kendisine güveniyordu aslında. Ama bu saç, bu yüz, bu giysiyle nasıl çıkabilirdi onların karşısına? "Benim tenim eskiden gri değildi, yüzümdeki metal süslerimin İstanbul'da eşi benzeri yoktu, ahşap döşemelerim de sapasağlamdı, duvar kâğıtlarım tertemiz, boydan boya duvarları kaplardı." dese, kabul ederler miydi?

Çevresindeki yapılara baktı. Çatıdaki penceresini sıkıca kapattı. Diğer binaları görmek istemiyordu. Hepsi insanlarla renkli renkli yaşıyor, yaşatıyordu. O nasıl bu hale gelmişti, İstanbul’un ilk modaevinin içinde açıldığı günü hatırladı. Tüm haşmetiyle kapılarını şehrin tüm hanım ve beylerine açtığı günlerini özledi. Sonra içindeki boşluğa geri döndü.

Bir kaç gün sonra, sabahın ilk ışıklarında bir ses duydu içinde. İki takım elbiseli adam konuşuyor, duvarlarına dokunuyorlardı. Sesleri uğultuyla yankılanıyordu. İlk katındaki büyük salonu geçip örümcek ağlarıyla kaplı asansörün başına ilerlediler. Desenli metal kapıyı açıp düğmeye bastılar. Karnı buruldu, içinde bir acı hissetti. Senelerdir kullanılmamış yağsız çarkları döndürmeyi denedi. Dişlilere güç vermeye çalıştıkça canı çok daha fazla yandı. Kızdı adamlara. Neyse ki adamlar daha fazla diretmediler ve yeniden düğmeye bastılar. Çarkları inledi ve durdu.

Merdivenlerini tırmanmaya başladılar. Vitraylarına dokunurken, bir parçası daha düşüp kırıldı. İçi iyice kabardı. Ne yapmak için gelmişlerdi? Eğer zarar vermek gibi bir niyetleri varsa onları kovmasını iyi bilirdi. Gitmeleri için birkaç kapısını ve penceresini açıp kapaması yeterliydi.

Fakat adamların kırdıkları vitray karşısında üzüldüklerini görünce, konuşmalarına kulak kabarttı. Nasıl yeniden birleştirebileceklerini tartışıyorlardı. Ve ne kadar benzersiz olduğunu. Yenilemekten, temizlemekten bahsediyorlardı. Gevşedi, kötü bir amaçları olamazdı herhalde. Umutlandı, acaba yıllardır beklediği insanlar onlar mıydı?

Çatı katına kadar çıktılar, yağmur alan deliği bir naylon ile kapattılar. Sonra gittiler.

Bir rüyada gibiydi yıllar sonra yeniden boşluğunda kendisine bakan insanları hissettiği için. Mutluydu, yeniden güzelleşip yalnız kalmayacağı için. Artık komşularının ışıkları onu hüzünlendirmeyecekti. O gece, keman çalıp para toplayan kadınla beraber dans etti, kapısına yaslanıp bira içen çocuklarla sarhoş oldu.

Ertesi sabah erkenden uyanıp beklemeye başladı onları. Bugün güneş daha parlaktı sanki. Pencerelerini açtı, içerisini havalandırdı. Kapısının önünden geçenleri seyrederek beklemeye başladı. Ta ki hava kararana dek. Sonra içeri çekildi, pencereleri kapattı. Belki başka bir işleri çıkmıştı. En kuytu köşesine çekildi.

Ertesi sabah tekrar erkenden kalkıp beklemeye başladı. Ertesi gün de bekledi, öbür gün de. Hüzne gömüldü, daha yaşlı ve yorgun hissetti kendini."Beyoğlu'nun en güzel yapısını seçiyoruz!" afişine öfkeyle baktı. Boşuna heveslenmişti. Eskidendi o şaşalı günleri. Burada yavaş yavaş çürüyüp gidecekti. Ve bir gün yanacaktı acı acı, diğer arkadaşları gibi.

Fakat hiç beklemediği bir gün kapısı tekrar açıldı. Bu sefer ellerinde aletler olan bir sürü insan içeri girdi. Takım elbiseli o adamları gördü.

O günden sonra her şey hızlı gelişti. Kalabalık ekip her gün geldi. Her biri bir uzvunu temizleyip eksik parçaları tamamlıyorlardı. O da onlara yardım etti. Tesisatçının karnını beceriksizce deşmesine ses çıkarmadı, bedeni kimyasal maddelerle temizlenirken hiç tepki vermedi.

Günler sonra, yüzündeki son süs takıldığında, hazırdı. Günlerce onun için uğraşanlar karşısına geçip yüzüne baktıklarında, gururlandılar. Artık bir endişe yoktu; "Beyoğlu'nun en güzel yapısıydı." Belediye Başkanı madalyayı taktığında, buna en çok hak edenin kendisi olduğunu biliyordu.

Sinem

4 yorum:

  1. insanlar binalar şehirler

    YanıtlaSil
  2. Ben bu binayı çok sevdim. Arkadaşlarını da tanımak isterim

    YanıtlaSil
  3. neresi burası? gitmeliyim sarılmalıyım ona...

    YanıtlaSil
  4. Sinem senin gözünden bir yapıya bakabilmeyi isterdim.

    YanıtlaSil