21 Mart 2012 Çarşamba

Bir Hayal

Üşüten günlerin geride kaldığı bir sabah. Mayıs güneşi el uzatıyor İstanbul'un yalnız kalmış ağaçlarına. Genç adam her zamanki gibi çalıştığı çay bahçesindeki yerini almış. Sevdiği işi yapmasa da çalıştığı yerdeki sakinlik, özlemini çektiği bir hissiyatı hatırlatıyor. Birkaç sene önce ardında bıraktığı Elazığ'ı fazlasıyla aratan İstanbul'un yoğun, gri havasına kıyasla burası daha güvenli ve sessiz; yandaki otoparktan gelen araba seslerini saymazsak. Bu sığınağın değerini bilen bir kuş sesleri var, bir de kediler.

Aslında niye İstanbul'da olduğunu bile bilmiyor. Arkadaşları bu şehirden rüya gibi bahsetmişler, ulaşılması zor diye. O da bu yüzden gelmiş. Her şeyin değişeceğine inanıyor, bir gün. Aslında aradığı şeyin burada olup olmadığından bile emin değil. Cevabını bilmediği sorulardan uzaklaştığı tek alan, garsonu olduğu bahçe. Bugün yine birilerinin nişanı var. Ne kadar insan varsa, o kadar koşuşturacak... Ne kadar az düşünürse, o kadar unutacak... Özünde kopmak istemediği geçmişini, geride bıraktığı memleketini unutmak zorunda. İstanbul onun kararıydı, onun şehri oldu. Para kazanma hayalleri kuruyordu, artık para kazanmak zorunda olduğu bir yerde yaşıyor.

Davetlilere içecek servisini yaptıktan sonra her zamanki köşesinde birinin ona seslenmesini bekliyor. Gözlerinin daldığı kalabalıkta ailesini özlüyor, kucak açan eski dostlarını düşünüyor. "İstanbul'da dost edinmek ne kadar da zor." O an ayak bileğinde beliren ufak kıpırtıları farkediyor. Patilerini değdiren şaşı bir kedi; bugün belki de onu gülümsetecek olan tek şey. Tüylerinin güneş ışıklarıyla olan ahengi göze çarpıyor. Garson tam kediyi sevecekken, kedi ona uzatmış olduğu eline pati atmaya kalkıyor. Kendince dağları delen patiler, adamın ayakkabısına denk geliyor. Adamda belli belirsiz bir gülümseme, "Tatlı şey, elim orada değil," diye geçiriyor içinden. Ardından bir kadın, garsona sesleniyor. Masada oturan kadın, bir bardak daha meyve suyu isterken garson kediden aldığı yaşam enerjisiyle "Tabi," diyor. "Ne kadar güneşli bir gün değil mi?" Kadın, adamın kendisine asıldığını zannederek "Haddini bil!" dercesine bir bakış atıyor. Adamda hissetmeye alışık olduğu bir şaşkınlık... Kendine dönüp soruyor; "N'aptım ki ben? Kötü bir şey mi söyledim?"

O sırada alkışlar başlıyor, nişan yüzükleri takılmış iki gencin suratına çeviriyor gözlerini. Güneşi bir kez daha görüyor iki gençte. Hayat boyu birbirini dinlemek üzere yola çıkmış iki insan... Çiftin gözlerinden okunan mutluluğun, başka hiç kimseye ihtiyacı yok. "Belki," diye düşünmeye devam ediyor. "Bir gün karşıma çıkacak olan beni yanlış anlamayacak bir dost ya da sevgili, İstanbul'un karanlığını görmezden geleceğim duygular hissettirecek."

"Yaktığım mumda, bana bir başka güneşi aratmayacak."

Elif Atakan

2 yorum: