20 Mart 2012 Salı

Çizmelerin Gıcırtısı


Ayak parmak aralarımda sümüklüler yuvalanıp; yaslandığım yastıkların deseni sırtımda dövmeler yaratana kadar yayıldığım yazlıkçı hallerimden bir akşam üstü yine.

Güneş usulca yerini geceye bırakıyor. Güneş ışınları ile verdiğim 'mahrem olmadan marsık olma' savaşını yine kazanmış, sereserpe tuz kokulu yanık tenimi kumlarla örtüyor, sürekli balkonda geçen hayatlar nedeniyle aşırı gelişmişlik gösteren sınır komşuluk ilişkilerimi kumsalda geliştirmeye devam ediyorum. Yan komşu, arka komşu hepsiyle ilişkim mükemmel. Dün gece dağıtıma verdiğim Ali Nazik tabağı çok sükse yapmış olmalı. Herkesin bana bakışı değişmiş gibi görünüyor. 'Ellerine sağlık, bayıldı bizimkiler, tarifini versene?' diyen diyene... 'Aşkolsun, ne zaman istersen yaparım,' diyorum. 'Patlıcanlar közleniyor değil mi?' diyerek ağzımdan tarifi alma çabalarını boşa çıkarıyor; ser veriyor, sırrımı vermiyorum.

Yazlık yerlerinde komşudan gelen tabaklar hep problemdir. Gönderilen tabağı boş yollama hadisesi savaş sebebi bile olabilir. Biraz geç uyanmaya gör, tüm komşulara 'Günaydın' deyip kendi eşref saatini bildirmemişsen eğer çıra gibi yanmışsın. Beyaz peynir üzerine koyduğun kayısı reçelli ekmeği daha yutamadan balkondan burnuna uzatılan bir tepsiyle irkilirsin. Bir fincan orta kahve yanında reçelli ekmek şekline dönüşür kahvaltı menüsü.

Yazlıkların sesi ve rengi şehirlere benzemez. Motor gürültüsü, kapı zili hiç duyulmaz oralarda. Sadece susmayan cırganların ve çocukların sesi vardır. Temmuz'da ötmeye başlayıp Ağustos sonlarına doğru sesi sızlanmaya dönüşen cırganlar, gri başlarlar şarkılarına; sararıp susarlar. Ama çocukların sesi marsıklara dönüştüklerinde bile kesilmek bilmez. Ya paletleri kayıptır ya da en sevdikleri şapkaları. Ya bir arkadaşı havlusuna sümüğünü silmiştir ya da terliğini alıp kaçmıştır öbürü. Şehirde steril viyollerde yaşayan bu yumurtalar, rastgele otlara bırakılmış sahipsiz çamurlu yumurtalara dönüşürler kısa zamanda. İlk günlerdeki şaşkınlıkları üzerlerinden atar atmaz konu komşunun beslemesi haline dönüşürler. Top peşinde şopar olup tanınmayacak hale geldiklerinden onları tanımazlıktan gelmek de kolaylaşır. Bütün sorumlulukları üzerinizden atıp tatilin keyfini çıkarmaya işte o zaman başlarsınız.

Oralarda hava bedava, su bedava, karpuzun kilosu beş yüz bin eski liradır. Kışın kaçırdığınız tüm filmleri yıldızların altında çiğdem çitleyerek iki milyona izleme olanağı da akşam sefası...

Bazı muayyen günlerde pazar kalabalığı olarak ortalığa sergi seren günü birlikçiler gelir kumlara. Kabak gibi seçilirler bizim aramızdan. Kocaları bizim oramızı buramızı seyre dalar, çocukları bizimkiler ile geçici dostluğun ağır aksak ayarını tuttururlar akşama doğru. Bunlar ola dursun, kadınlar bol bulunmuş arap yağı misali güneş yağlarını baldırlarına yedire yedire sürünür dururlar gün boyu. Manitası ile gelenler ise besbellidir. Erkekler bize aldırış bile etmezken, kadınlar yeni ağdalanmış tenlerine erkeklerinin mütemadiyen sürdüğü yağlar sayesinde bal kabağı misali parlarlar.

- Kızlar adamı biriniz uyarın, yağı fazla sürdü kadına. Akşama zehirlenecek.
- Neden?
- Kızım bu kadar güneş yağı yersen ne olursun?.
- Deli!
- Vallahi bir arkadaşım selülit kremini fazla kaçırmış bir hatunu yerken zehirlendi.
- Sus kız rüzgar sesi olduğu gibi götürür, duyacaklar...

En renkli simalar ise kuşkusuz Alamancılardır. Memleket domatesine özlemle akın akın gelirler yazlık yuvalarına. Rüzgarlı havalarda kuma inip onları seyretmek işin en keyifli yanıdır. Şişme yatak, deniz topu; eşantiyon şemsiyeleri ve komik kolluklarından oluşan taşı taşı bitmez plastik malzemelerinin rüzgara kapılıp, suyun öte yanına deniz yolculuğunu izlemek kadar keyiflisi yoktur. Bizim kumların yağız delikanlılarının kolladığı anlar bu anlardır. 'Babaaaaaaaa! Deniz yatağım kaçtı!' diye kumda tepinen bir çocuk ve hafif sert esen poyraz onların arayıp da bulamadığı şeydir. Böyle anlardaki doğru zamanlama usta çapkınlığın ilk sınavıdır onlara. Zırlayan çocuk iyice dikkatleri kıyıya çekip, yatak da yakalanması zor bir uzaklığa erişinceye kadar beklenmelidir. Her şeyin bittiği anın start düdüğü niyetine, baba tarafından çocuğun ense köküne şaplak inmesine ramak kala da denize atlanmalıdır. Atladın atladın, yoksa bütün yaz makara olursun gençlik canavarına. Her yeni yetişen genç günün birinde vereceği bu sınava yaz boyu hazırlanır durur. Küçük çocuğun ablasına kim yazılıyorsa bu kez denize atlama sırası ondadır. Vakur bir eda ile kumdan kalkar, balıklama denize atlar. Heyecan dorukta bekler diğer kankileri, her şey ayarında, sırasında ve kusursuz yapılmalıdır. Yatağı tam elde etmişken elinden kaçırmak işin raconundandır. Yatakta cilveleşmeden olmaz di mi ama? Son bir depar ile yatağın önüne geçer ve avını yakalar. Kahramanının yolunu gözleyen kirpiği yaşlı, gözünün bebeği güleç küçük kardeşin yanına gelindiğinde, başı şevkatle okşanmalıdır. Babaya selam verilir, en saygılısından. Ablaya da 'Bu memlekette ne delikanlılar var gördün mü bebek?' alt yazılı bir afilli bakış fırlatan genç, tam o anda kıyıya bıraktığı havlusuna yavuklusu gibi sarılır. Havluya tadını tuzunu usulca; kuma kendini sertçe bıraktı mıydı tamamdır.

Akşama gençlerin kutsal kumsal ateşi etrafındaki çember daha da büyür, yaz aşklarının dumanı yasemin kokar; kalpler çizerek dolanır yaz melteminin koynuna, ayışığında dudaklar başka ballanır.

İşte böylesi masum insani kaçakların verildiği bir akşam üstüydü yine.

Birkaç akranımla kumlara yayılmış, oradan, buradan, eskilerden, yenilerden konuşuyorduk. Aramıza bu yaz katılan yeni yazlıkçılar ile çoktan kaynaşmış; ziyarete gelen akrabalarının en sevileni ve en sevilmeyeni top-on listelerini ezber yapmıştık.

Yaz tatillerinin en güzel taraflarından biri de budur. Her yaz yepyeni biri ile dün tanışıp, bugün can ciğer kuzu sarması olup, yarın, bir dahaki seneye kısmetse görüşürüz, diyerek ayrılmak.

Biz kimbilir yine hangi komşuya konuk bikinili hatunun sarkıt ve dikitlerini analize dalmıştık ki 'Kızlar yanınıza oturabilir miyim?' diyerek, Berrin teyze geldi.

- Gel Berrin teyze hoşgeldin. Misafirlerin gitti mi?
- Aman yazlık yeri bilmemin? Allah soframızdan eksik etmesin. Koca sülalesi hiç bitmez, biri gider, biri gelir. Oğulları çalıştı da aldı ya evleri gari, tepe tepe kullencekler illa. Biz sanki kordon boyunda mabadımızı gezdirdik bunca sene.
- Vallahi senin adam da zor biraz. Ne yemeği, içki sofrası, ne afrası tavrası ne de avanesi eksik değil.
- Her sabah dükkana yollarken, 'Allahım akşama kadar bir çıtır bulsa da ben de rahatlasam' diye dualar ile gönderiyom amma... Bakalım kısmet.
- Bak kırk kere söylersen olurmuş ona göre.
- Dilinden düşürmüyor taş gibi hatunları. Alsın da daş gibi başına çalsın.
- İlahi Berrin teyze adamın ahı gitmiş vahı kalmış, nereden bulacak çıtırı?
- Bulan buluyor anam. O da bulsun gari, yetti canıma.
- Yapma Allah aşkına Berrin teyze, çıtırlar atmışlıklara bakar mı?
- Bakma mı kız? Durun size bir arkadaşımı anlatayım da acık gülün.
- Hadi anlat.

Tombul poposunun ucuyla iliştiği naylon hasırına iyice yerleştip, bir keyif sigarası yakmaya hazırlanıyordu ki, birden kalkmaya yeltendi.

- Kızlar bi yol, koşup karpuz kesip geleydim, içiniz yanmıştır.
- Biz duruken? Aşkolsun. Ben keser gelirim şimdi. Hele sen şu hikayeyi anlat.
- Benim yaşlarda bir arkadaşımın kocası bundan iki yıl evvel yirmi beş yaşında bir kıza kapılıp evi terk etti, gitti. Bir üzüldük ki sorman gari. Ama baktık arkadaşımız oralı bile değil, az bıraksan zil takıp oynayacak, içimiz ferahladı. Sakın boşama, dedik hepimiz. Bunca sene kahrını çektin. Gurur uğruna zil gibi ortada kalma kocamış yaşında. 'Yok,' dedi. 'Asla boşanmam, veririm ilaç torbasını yanına yallah.'
- Boşanmazsa yine kapısına geri gelir, kız onu şutlar nasılsa iki gün sonra.
- Allahın emri tabii de, bizimkinin adamı geri almaya hiç niyeti yok. Keyfi hepten tıkır. Kendi ayarında bir yaramazlık yapaydı belki ama, artık nafile, diyor bizimki. Kadın haklı. Kumsalda birbirine yaslana yaslana anca yürürken, poyrazda kaçan deniz yatağını yüzüp de tutabilecekmiş gibi çoşup gitmek de neyin nesi?
- Mesnetsiz özgüven olmasın?
- Neyse, iki yılın sonunda geçenlerde kız bizim arkadaşı aramasın mı telefonla.
- Eee, bak edepsize...
- Demiş ki kız; 'Sen ne gurursuz kadınsın. Kocan iki yıldır benim koynumda ve sen hala onu boşamıyorsun.' 'Boşamam,' demiş. 'İstediğin gibi tepe tepe kullan,' diye de eklemiş. Kız bunu duyunca hepten hiddetlenmiş. 'Sen ne biçim kadınsın, hiç mi kıskanmıyorsun?'
- Ayol ne kıskanması, kadın kafasını dinliyor di mi ama...
- Bizim arkadaş; 'Bak kızım,' demiş, 'Ben bu adamı aldığımda yirmi yedisindeydi. Taş gibi, kapı gibi adamdı. Yıllarca bana sabah akşam koçlar gibi kocalık yaptı. Ne diye kıskanayım şimdi seni? Tam tersi senin için üzülüyorum bile; onun saçının pırıltısını, göğsünün gürültüsünü, çizmesinin gıcırtısını ben dinledim... Sana da; saçının döküntüsü, göğsünün hırıltısı ile götünün zırıltısı kaldı. İnsan üzülme mi buna? Neyini kıskanam ben senin, sen beni kıskan dur.'

Mehtap Akdeniz

2 yorum:

  1. Ben yazı özlemişim. Yazdıklarını da özlemişim.

    YanıtlaSil
  2. "Yazlıkların sesi ve rengi şehirlere benzemez." Bu cümle beni o cümleyi ilk duyduğum günlere, yaza götürdü..ne iyi geldi bir bilsen...

    YanıtlaSil