12 Mart 2012 Pazartesi

Yolculuk


Homurtu şeklinde bir gürültüyle uyanıyorum. Üzerine düştüğüm şey hareket ediyor, hemen ardından da ben; hop yukarıya sağa, sonra sola aşağıya. Ah, bu sürtünme damarlarımı acıtıyor. Doğup büyüdüğüm ağaçtan ayrılırken, aylarca yaşadığım dalı ilk kez bu açıdan görüyorum. Uyurken kopan sapımın dalla vedalaştığı yer hala ıslak. Ağacımız küçülüyor. Elveda arkadaşlar. Yeni yerler göreceğim artık; yeni ağaçlar, hayvanlar, insanlar. Uzakta yuvarlak bir ışık var: yeşil. Rüzgârın henüz tenime değmediği, güneşle tanıştığım o ilk anı hatırlıyorum. Hiçbir şeyin dokunmaya kıyamayacağı parlaklığımı nasıl da acımadan yalamıştı lodos. Güneş, ışınlarıyla beni yakmaktan geri durmamıştı. Her şeye rağmen sizi diğer tüm yapraklardan daha çok seviyorum.

Üzerine düştüğüm şeyle birlikte tekrar hareket ediyorum; önce yukarı, sonra aşağı. Hareket ettiği sırada beni altına alan bu pis kokulu şeyin ağırlığını hissediyorum. Altımızdaki şeffaf yüzeyi yağmur damlalarından temizlerken benim olduğum bölümler lekeli kalıyor. Her gidiş gelişte üzerimdeki baskı artsa da damarlarımın artan acısına alışmaya başlıyorum. İlerideki ışığın rengi değişiyor: sarı. Yine gidiyoruz ve dönüyoruz. Geri dönerken camda bıraktığım izlerin arasında birden onu fark ediyorum. Güzel gözlerini dikmiş bana bakan insan, yüzünü buruşturuyor. Beni gördüğüne memnun olmamış gibi. Sert poyraza dayanamayarak dalından kopan en iyi arkadaşım geliyor aklıma. Aşağıda kaldığı birkaç gün boyunca sohbet etmiş, hatta ilkbahardaki tırtıl istilasından bahsedip, gülüşmüştük. Sağa ve sola; yukarı, aşağı. Şimdi daha hızlı gidip geliyorum. Sırtımdan korkunç bir ses geliyor, ya da gök gürültüsü, emin değilim.

Duruyoruz. Artık hareket yok. Önümüzdeki ışık gözümü alıyor: kırmızı. Yağan yağmur üzerimdeki ağır yükün kötü kokusunu azaltmaya yetmiyor. Hayatımın en uzun yolculuğuna çıktığım bu heyecanlı günde havanın bulutlu ve yağmurlu olması içimi rahatlatıyor. Huzurluyum. Güzel gözlü insan dışarı çıkıyor, üzerimdeki şeyi kaldırdıktan sonra beni eliyle alıp havaya bırakıyor. Yandan gelen rüzgârla havada meşe gövdesi büyüklüğünde bir kavis çiziyorum. Kırılan damarımdan ikiye katlanmış halde yükselirken akça ağacın tepesinden gördüğüm şeye inanamıyorum.

Lütfi

5 yorum:

  1. Lütfi,

    Sen bu öyküyü atölyede okuduğunda, kısa süreli bir sarsıntı yaşadım. Tıpkı o yaprağın süzülüşü benzeri bir yolculuğa çıktım. İtiraf diyorum: bu öyküyü okumasaydın seninle ilgili –ki çoğunu senin serptiğin- önyargımı uzun süre kıramazdım. Hep yaz isterim. Ben de “Orası olmamış, bu fazla, o eksik, nefis, parantezler de nereden çıktı?” diyeyim.

    Gülda

    YanıtlaSil
  2. yaprak gibi özgür, yaprak gibi hisli...

    YanıtlaSil
  3. Yorumlar için teşekkürler. Ben, olmak istediğim yaprağı çizdim. Bu, benim o olduğum anlamına gelmez, en azından şu anda olmadığını biliyorum.

    YanıtlaSil
  4. 'güzel gözlü insan dışarı çıkıyor' cümlesi bir yaprağın düşüncesiyle! çok güzel :)

    YanıtlaSil
  5. şimdi bu öyküyü sınıfta yazarının sesinden dinlemek vardı.

    YanıtlaSil