16 Nisan 2012 Pazartesi

Leş


O pis kokunun karnına doğru iniyorum. Sarhoşum. Algılarım körelmiş, kokuları ayırt edemiyorum. Merdivenlere  dikiyorum gözlerimi. Bir basamağı kaçırırsam yerle bir olabilirim. Yukarıda kulağımı kaplayan müzik öylesine boğuk ki. Buranın kendine ait melodisi var.

Üzeri küflü, sarkık su borularından ahenkle geçiyor sesler, bir inleme gibi.

Boğuluyorum. Çığlıklar...

Etraf pislik içinde, yerde kullanılmış kağıtlar var. Midem bulanıyor. 

Belli ki bıkmışlar ve tüm pisliği burada bırakmışlar. İstesen de temizlenemez ki. Eskiden beyaz olan duvarlar, sarının leşi renginde. Aralardaki yazıları okumaya çalışıyorum. Anılar, yalan dolan dostluk, aşk ve sevgi yazıları. Tanıdık geliyor, gülümsüyorum.

İnsanların izleri duvarlarda. Benim de izim var. Biten hikayemizi yazmıştık bu duvara, seneler önce.

Yıllar sonra aynı yerde, aynı halde yazımı arıyorum. Yapışık duvarlara dokunamıyorum. Bir an onu düşünüyorum, o da yazıyı aramış mıdır?
Borulardan gelen yakarış sesleri eşliğinde yarıya kadar açık kabinin kapısını ayağımla itiyorum. Karşımda bana bakan ölü, çaresiz gözler. 

Bu leşin içinde tanıyorum onu.

Yapayalnız ama yine de gözlerime inliyor.

Ayşenaz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder